EHSAN D’AFGHANİSTAN’IN YAZDIĞI “ AMANULLAH IL RE RIFORMISTA “ (AMANULLAH REFORMİST KRAL)

EHSAN D’AFGHANİSTAN’IN YAZDIĞI “ AMANULLAH IL RE RIFORMISTA “ (AMANULLAH REFORMİST KRAL)  KİTABININ KÜRATÖRLÜĞÜNÜ MARİKA GUERRİNİ’ NİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ SUNUM.

 

 “Radici nel Mondo” da (Dünya’daki Kökler) Marika Guerrini ile röportaj

 

Sunum ve Tanıtım

“Radici nel Mondo” (Dünya’daki Kökler)in Doğu’dan Batı’ya bölümüne hoş geldiniz.

 

Bugün yaşanan değişim nedeniyle yeniden gündeme gelen Afganistan’dan, 11 Eylül 2021’e kadar tamamlanması gereken Uluslararası Koalisyona ait silahlı kuvvetlerin ülkeyi terk etmesinden bahsedeceğiz.

Historica di Jouvence Yayınevinde neşredilen

“AmanUllah il Re Riformista – Afganistan 1919/1929”

(AmanUllah Reformist Kral) kitabının tanıtımını yaparak bu ülkeden bahsedeceğiz.

Yazarı Kral Amanullah’ın oğlu Ehsanullah d’Afghanistan olan kitabın küratörü ve kollaboratörü, oryantalist, Hindolog ve Afganistan tarihçisi Marika Guerrini ile bu konuyu konuşacağız. Ama sözü Marika Guerrini’ye geçmeden önce yazardan kısaca bahsedelim:

1958’den beri eşi Leyla Tarzi ve iki çocuğuyla birlikte ikamet ettiği Cenevre’de Temmuz 2017’de vefat eden Prens Ehsanullah d’Afghanistan, İran’a bir Fransız şirketi tarafından inşaat mühendisi olarak otuz yaşından daha gençken gönderilerek, kendi mesleğine başlar… Oradan sonra,  görevler birbirini takip eder ve UNESCO’nun aktif bir üyesi olarak Burkina Faso’dan Kongo’ya, Çad’dan Fildişi Sahili’ne, Zaire’den Nijer’e, Fas’a Endonezya, Nepal, Haiti ve diğer birçok gelişmekte olan ülkelerdeki üniversitelerde öğretim üyeliği yapar.. Emekli olduktan sonra sadece İnşaat Mühendisliği danışmanı olarak değil, aynı zamanda Gıda Projeleri ve Afete Karşı Mühendislik konularında da danışman olarak çalışmaya devam eder. Kızılhaç’ta gönüllü görev alır. Anavatanı olan, babası Kral Amanullah’ın sürgünü nedeniyle henüz üç yaşındayken terk etmek zorunda kaldığı memleketi Afganistan hakkında dünya çapında çok sayıda konferans düzenler.

Ama şimdi sözü Marika Guerrini’ye bırakalım.

 

Görüşmeci

Bayan Guerrini, öncelikle bu ilginç kitabı “Radici nel Mondo” (Dünya’daki Kökler) ile birlikte sunmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz… Prens Ehsanullah ile işbirliğinin nasıl doğduğunu bize anlatmak ister misiniz?  Onu tanıyor muydunuz?  İşbirliğini ve küratörlüğü neden kabul ettiğinizi bize söyleyebilir misiniz?

 

Marika Guerrini

Prens Ehsan’ı tanımıyordum, kim olduğunu biliyordum ama daha önce hiç karşılaşmamıştık, kız kardeşi India bana ağabeyi Ehsan’dan ve kız kardeşi Naciya’dan bahsetmişti. Hem India hem Naciya benim en yakın dostlarımdı ve hâlen de öyle. Ehsan ile iki sene boyunca ömrünün sonuna kadar yazıştık, telefonlaştık.

Ama şimdi izninizle, bazı yazışmalarımızı okuyarak yazarın kendi ifadelerini aktarmak istiyorum:

Aralık 2015, “Kıymetli Hanımefendi, kız kardeşim India’nın bana, Naciya ve benim Afganistan Kralı Amanullah hakkında hazırladığımız kitaba bir göz atacağını söylemesi ile ilgili olarak size yazmak istedim. Mesud (Ahmed Şah Mesud) hakkındaki kitabınızı okumaktan zevk aldım ve Afgan Kralı ile ilgili kitabıma birkaç cümle aktarma cüretinde bulundum”.

Sonra bir başkası, Ocak 2016: “Sevgili Marika, India ve Naciya’nın arkadaşı ve de ayrıca kalben Afgan olduğunuz için size böyle hitap etmeme izin verin. Nazik mektubunuz için ve kitabımızın yeniden düzenlenmesi ve nihaî kontrolü için işbirliği cevabınıza teşekkür ederim. Eğer dilerseniz, kitaba yeni başlıklar veya farklı bölümler ekleyebilirsiniz, bu size bağlıdır”.

Sonra bir tane daha: “Kıymetli ve sevgili Marika, kız kardeşim Naciya bana kitaba olan ilginizi ve hemen kitap ile ilgili çalışmaya başladığınızı anlattı, tabii ki, kalben kendinizi yakın hissettiğiniz bu ülke ile ilgili çok kitaplar yazdınız, konuştunuz..”.  Sonra devam ediyor ve son mektubundan bir alıntıda şöyle diyor; ilkinin tarihi 4 Temmuz 2016 idi, bu 24 Temmuz 2017: “Sevgili Marika, yıllar geçiyor, bu kötü yazım için kusura bakmayın ama geçen yıllar giderek daha fazla kendilerini hissettiriyorlar”. Sonra bana Saygon hakkında bir kitap yazmak istediğinden bahsediyor. Bana söylediği ilk andan itibaren, ona, Saygon hakkında yazmasının çok güzel bir fikir olduğunu ve yazmasını ısrarla hatırlattığım bu son mektubunda, Saygon’un artık bir rüya olarak kalacağını söyleyerek bana, “bu yaşlı Ehsan’dan size iyi tatiller” der.

 

Bu, Prens Ehsan ile son temasımdı, gördüğünüz gibi bu benim için çok özel bir kitap küratörlüğü idi. Neden kabul ettiğimi soruyorsunuz, Kral Amanullah simgesi için, o toprakların ruhuna uygun olduğu için ve ben o toprakların ruhu dediğimde, sadece bugünün sınırlarını açığa çıkarmıyorum, dolayısıyla Durand hattından ve hatta daha da eskiye giderek o toprakların kadim ruhundan bahsediyorum, şimdi bu Afganistan’ı görüyoruz, Pakistan’ın Amanullah zamanında var olmadığını düşünmeliyiz, 1947’de Pakistan devleti kuruldu, öncesinde hiçbir şey yoktu, bu İran platosuydu ve belli bir noktaya kadar, tam olarak bu platonun kökeni, bu platonun kuzey-doğu merkezinin ve kuzey-batısının Eski Hindistan denen bölgenin bu topraklar olduğuna inanıyorum. Şimdi bahsettiğim bölgede tarih olarak 1500’ler veya 3000’ler hatta 4000 de, Vedik Aryanları veya Aryan halkları o zaman orada kalıcı hale gelen bu göçebe halklar muhtemelen Avrupa’dan, Orta Avrupa’dan ve Doğu Avrupa, sonra Ren, Karpatlar gibi bölgelerden buralara gelip yerleşmişlerdi. Bu Aryanlar, felsefi düşüncenin kökenini, sözlü olarak aktarılan Kutsal Metinler olan Vedalarla, ilk kısım olan Rig Veda Samhita’yı getirdiler ve bu, insanlığın tüm felsefi evriminin kökenini oluşturdu. Şimdi, birkaç yüzyıl sonrasında, aşağı yukarı dördüncü yüzyılda Mahabharata’nın büyük kitabının orada doğduğunu ve belli başlı öğeleri bir arada topladığını görürüz:  Sadakat, şövalye ahlakı.  Daha önce Afgan halkında gördüğümüz tüm bu sıfatları, açıkçası çağdaş yıkımdan önce, Amanullah, kendinde taşıdı. Bu yüzden çağdaş olarak bozulmamış şekliyle tüm bu Afgan ve Pencap bölgesinde gelişen eski şövalyelik etiğinin tüm değerlerini, İsa’dan 1000 yıl sonra, Kral Arthur efsanesinde bulacağımızın aynı şekliyle,  Amanullah,  yüce gönüllülüğü, sadakati, cesareti ve ayrıca kendisi yerine ülkesi ve halkının gelişimi için olan hırsı sonucunda ülkesini tam bağımsızlığa kavuşturur.

 

Görüşmeci

Yani bu Egemen ile antik dünya ve ayrıca Afgan halkı arasında bir bağlantı görüyor musunuz? Sizce Afganistan’ın daha sonra “imparatorluklar mezarlığı” olarak anılması bununla bağlantılı olabilir mi? Saltanatını karakterize eden birçok radikal reformla ülkenin gelişimine yol açan bu hükümdarın eklektik (seçmeci) ruhu, aynı zamanda bölgenin eski tarihsel kökeniyle de bağlantılı olabilir mi?

 

Marika Guerrini

Evet, bu aynı zamanda antropolojik ve tarihsel bir yansımadır, bu Afganistan ülkesi devasa imparatorlukların geliştiğini gördü, gerçekte “imparatorlukların mezarı” daha çok Batı tarafından verilen bir tanımdır, hatta daha çok Batı’da verilen bir tanımdır. Böylece belirli bir anlamda oldukça yakın zamanlarda, hatta modern zamanlarda da görüldüğü şekilde yerli halklar hiçbir zaman herhangi bir işgal biçimini kabul etmediler, hiçbir zaman yabancılar tarafından herhangi bir teslimiyeti kabul etmediler, sadece, geleneksel veya buna benzer başka sebeplerden dolayı yerli halk ile karışan yabancının, imparatorluğu büyütmesine izin verildi ve bu yolla birçok imparatorluk gelişti, bu hareketi başından beri gördük, biliyorum, İskender ile gördük ve İsa’dan önce üçüncü yüzyılda onu generalleriyle birlikte gördük: Önce, çatışmalar korkunçtu, yerli halkların acıları korkunçtu, sonra belirli bir süre sonra, bu yabancılar orada olanı kabullendiler. Bahsettiğimiz bölge, eski adı Baktriya olan şimdiki Belh’te bu yabancılar Budizm’i memnuniyetle karşıladılar, bu yerel öğeyi kabullenerek, bu ihtişamın doğduğu Bamyan’daki Gandhara Sanatı ile Doğu ve Batı sanatının Helen sanatı ile Budist sanatının buluştuğuna şahit oluruz. Bu aynı biçimi, on birinci yüzyılda, 1220’de, Cengiz Han’ın Moğollarında da buluruz; onlarla da öncelikle korkunç bir çatışma olur, sonra birbirleriyle karışırlar, bu karışma her zaman Budizm yoluyla gerçekleşir, çünkü o zaman bölge aşağı yukarı her zaman aynıydı ve büyük imparatorluklar için her zaman böyle olmuştur, Kuşan kavmi gibi, gerçekten çok sayıda imparatorluk vardı ve o kadar çok ve sıklıkla çok uzun zaman önce gelişti ki, örneğin Aşoka İmparatorluğu,  Maurya İmparatorluğu, MÖ 2. yüzyılda İskender’in gelişinden sonra, büyük hükümdar Aşoka’nın modern kanunlarında yaşamış olduğu çağın çok çok ötesinde bir düşünce anlayışını görüyoruz.

Ama şimdi sunduğumuz bu kitabın kahramanı olan Amanullah’a geri dönelim. Bu nedenle filizlendiğini gördüğü o toprağın tarihsel niteliklerini somutlaştırdı ve tüm bunlarla gurur duydu, harflerin filizlendiğini, mimariyi gördü. Minyatür okulu vardı, eski adı İskender’in Aryana’sı olan Herat’ın şiir okulu vardı, bu şiir okulunda, W. Goethe de dahil olmak üzere birçok büyüğümüzün etkilendiği Firdevsi, Hafız, Rumi gibi önemli kişilerin eserleri okutuluyordu. O topraklarda Budizm filizlenmişti, ama daha sonra Zerdüştlük, Hinduizm, Musevilik, Hıristiyanlık da yer bulmuştu. Amanullah bütün bu derin tarihsel geçmişi Sünni İslam inancına bağlıyken taşıdı. Ama İslam o topraklarda yayılmak için savaşmak ve çarpışmak zorunda kaldı, gerçekte şu anda bile tam olarak yayılmayı asla başaramadı, çünkü bugün bile küçük Budist toplulukları, küçük Hindu toplulukları ve küçük Hıristiyan toplulukları mevcuttur.                   Amanullah her zaman tüm farklılıklara, etnik gruplara bile saygı duymuştur, gerçekten saygı duyulacak çok şey vardı ve her zaman her şeye saygı duydu, örneğin reformlara bu açıdan başladı, Sünni İslam inancına bağlı bir kişi olarak üç kez Mekke’ye hacca gitti. Ama her şey onun varoluş biçiminden, sadakatinden, daha önce de söylediğimiz gibi, cesaretinden, gerçekte içinde olan ve Afganistan’ın tüm tarihinde olan üç ilkeye dayanmaktadır: Özgürlük, Doğruluk ve ondan yola çıkarak Bağımsızlık.  Bu nedenle, 1919 Şubat’ında, babası Habibullah’ın öldürülmesinden sonra kendisi Emir olduğunda, hemen, aynı Şubat ayında, yanılmıyorsam 24 Şubat’ta resmî bir bildirim yapar. Bu çok önemli bildirimde Amanullah şöyle der: ” Tam bağımsız bir devletin başı olmak istiyorum” , kılıcını kınından çıkararak, “Afgan ulusu tam bağımsız olana kadar kılıcımı kınına sokmayacağım, Afganistan Afganlara, ya İstiklâl, ya Ölüm”, Afgan dilindeki bu iki sözcük kulağa şöyle geliyor: Ya marg, ya esteqtal!

Bu retorik (belagat) gelebilir ama öyle değil, 3 Mart 1919’da genç Emir, 27 yaşına henüz basmamış, 26 buçuk yaşında ve zannedersem adı Lord Chelmsford olan Hindistan Naibine hem kendisinin tahta çıktığını, hem de önceki tüm anlaşmaların feshedildiğini bildiren bir mektup gönderdi, Amanullah gerçekten de 1747’den görünüşte bağımsız olan bir ülkeyi miras almıştı, ama gerçekte öyle değildi, özgürlükten yoksun, İngilizlerin egemenliği ve köleliği altındaydı. Naip cevabını geciktirdi ve cevap geldiğinde olumsuzdu, bu durumda Amanullah savaş ilan etti ve bu şekilde, Britanya İmparatorluğu’na nazaran küçük bir ülkenin Emiri, Britanya İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Üçüncü İngiliz-Afgan savaşı bu şekilde patlak verdi. Başlangıçta zafer, savaşçı, sadık Afganlarındı, sonra silah ve cephane bitti, silaha ihtiyaç vardı, her ne kadar dışarıdan silah istense de İngilizler ülkeye girişini engelliyorlardı,  bu noktada Afgan ordusu kaybetti. Amanullah, İngilizlerin, ülkenin büyük bir bölümünü bombaladığını, Kabil’in yakınlarını bile bombaladıklarını ve Kabil çevresini görünce teslim oldu teslimiyeti kabul edildi, ama aynı zamanda görüşme istedi.

Amanullah topraklarının, kendi halkının bombalandığını görmüştü. Britanya İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmıştı, bu yüzden ikisinin de savaşa devam etmeye niyeti yoktu o yüzden teslimiyet ve toplantı oldu, bu çok önemli toplantıdan Ravalpindi Antlaşması doğdu. Bu antlaşma, Himalayaların eteklerinde bir kasaba olan Ravalpindi ’de gerçekleşti, bu antlaşmadan Büyük Britanya ile Afganistan arasında barış sağlandı, 8 Ağustos 1919’da ülkenin tam bağımsızlığı ilan edildi, kitapta, bu antlaşmaya kadar nasıl gelindiğini anlatan yazılar, çeşitli notlar mevcuttur, tarihsel olarak en önemli şey, bu çok genç Kral birkaç ay içinde, şubattan ağustosa kadar, hiç kimsenin başaramadığını, yüzyıllardır imkânsız olanı başarmış olur.

Şimdi burada  Amanullah’ın Ravalpindi’ den sonra yaptığı konuşmanın başlangıcını belirtmek isterim. Belli ki Kabil’de halk delegeyi coşkuyla karşıladı, Emir halka kendini gösterip, kılıcının boş kınını alınca, bir subay ona bir kılıcı verdi ve Emir: “size ülkemiz tam bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşmayana kadar kılıcımı kınıma sokmayacağıma dair söz vermiştim. Şimdi sokabilirim”, ve şöyle devam etti: “Tam bağımsızlık bir halk için mutlak ve kaçınılmaz bir zorunluluktur ve her halkın görevi,  yabancı vesayetinden ayrılıp özgür olmaktır”.  Daha sonra da yemin eder. Böylece sadece birkaç ay içinde Afganistan tam Bağımsızlık elde edilmiş oldu.

Daha önce imkânsız olan dönüşümlere izin veren bu bağımsızlık ile, Amanullah hareket etmeye başladı, anlaşmalar başladı, anlaşmalar her şeyden önce İran, Sovyetler Birliği, Türkiye gibi yabancı ülkelerle imzalandı. Amanullah’ın, devrimci olduğu için Mustafa Kemal Atatürk’ü destekleyeceğini eleştirenler, kendisine: “Padişaha isyan ettiği için desteklenmemeli, korunmamalı” dedikleri zaman Amanullah: “O bir devrimci ve benim gibi bir vatansever” diye cevap verdi.

 

Atatürk ve Amanullah arasında büyük bir dostluk olacak ve birbirlerine “kardeş” diye hitap edecekler, benzer niyetleri olan gerçek dostluk.

Daha sonra Türkiye dışında Fransa ile bir anlaşma yapılır. Benim Türkiye ile bildiğim finans, savunma, pul ve saire ile ilgili mutabakatlar, Amanullah, kendi ülkesini, kendi halkını kalkındırmak modernleştirmek için her ülke ile çeşitli alanlarda antlaşmalar yapar. Fransa’dan kültürü, arkeolojiyi, tarımı, demiryollarının yapımını, o zamanlar Afganistan’ın bağımsızlığını ilk karşılayan, kabul eden, alkışlayan İtalya’dan inşaat mühendisliği, tıp, Almanya’dan elektrik ve elektrikle ilgili her şey, Sovyetler Birliği’nden telgraf, pamuk fabrikaları ve daha birçokları için antlaşmalar yaptı, önce bu toplantılar resmî misyonlar ve elçilikler aracılığıyla yapıldı, sonra Kral ve Kraliçe Süreyya’nın resmî gezisi başladı. Reformlar oluşmaya başladı,  en önemlileri arasında, geniş kapsamlı, kızları da içine alan bir eğitim sistemiydi.  Devlet okullarına kayıtta ilerleme kaydediliyordu. Kadınların ilerlemesi, o zamanlar için kültürlü, zarif, özgür, bir kadın olan Kraliçe Süreyya sayesinde önem kazandı, bu durum ileride, 1929’da Kral’ın ülkeyi terk etmesinin nedenlerinden bir tanesi olacaktır. Şimdi,  kadın özgürlüğünün yanı sıra basın özgürlüğünü, her türlü iletişim özgürlüğü, radyo, kısacası birçok alanda yapılan reformların sayısını burada listelemek epeyi zaman alır.

1923’te ilk kez bu ülkenin bir Anayasası vardı ve şimdi birkaç maddesine göz atalım: “İlkeler ve Kanunlar”: Monarşinin Görevleri, ilk erkek evlat tahtın varisi olur. Emir, inancın savunucusudur, İslam dışındaki dinlerle ilgili gösterilecek ayırt edici işaretlerin kaldırılması sağlandı, daha önce Hindular ve Yahudiler Müslüman olmadıklarına dair ayırt edici işaretlere sahip olmaları gerekiyordu, Amanullah bu ayırt edici işaretleri kaldırdı. Sonra, eşitlik ilkesinde, tüm Afganların eşit olduğu, Hinduizm, Budizm vb. ülkede bulunan dinler arasında veya İslam’ın kendi içinde, Sünnilik ve Şiilik arasında hiçbir ayrımın olmadığı, ırkçılığa son verici ve böylece Peştun etnik kökeninin Hazara etnik kökeni üzerindeki üstünlüğünün iptali edilmesi kanunlaştırıldı. Bu şekilde tüm Afganların yasaların önünde eşit olması, vergilerin eşit olarak ödenmesi, her vatandaşın gelir ve varlıklarında eşitlik, kamu işlevinde yapılan rekabetlerde tavsiyelerin dikkate alınmaması sağlandı. Özgürlük ilkesinde, tüm vatandaşlar özgür olduğu ve özgürlüklerinin, başkalarının özgürlüklerinin başladığı yerde bittiği şeklinde açıklandı. Ailelerin yanında ücretsiz çalışmanın kaldırılması, daha önce de söylediğimiz gibi basın özgürlüğü, üst makamlara veya hükümdara bireysel ve toplu dilekçe verme hakkı ve köleliğin ve bedensel cezanın kaldırılması zorla çalıştırmanın kaldırılması şeklinde kanun maddeleri hazırlandı.

Sırada, bireysel mülkiyetin dokunulmazlığı ilkesi vardır, sadece Devlet kamulaştırma hakkını kullanabilecekti, o zaman: tüm vatandaşlar özel endüstriyel ve tarımsal ticaret şirketler kurabilecekti.

Devlet görevlilerinin kanunen üstlerine itaati ve varlıklı ailelere verilen aidatların iptali, bu, Mohammadzai ailesinin üyelerinin maaşlarının da iptalini gerektirdiğinden bu durum Emir’in ailesi tarafından hoş karşılanmamıştı.

Diğer bazı özgürlük ile ilgili adımlar, duruşmaların halka açık olarak yapılması, adalete teslim edilen her vatandaşın, haklarının korunmasını sağlamak için tüm yasal yolları talep edebilme hakkına sahip olması şeklindeydi.

Bir de, medeni kanun diye bir kanun çıkartıldı, buna göre, çocuk evliliklerin yasaklanması, yaşlıların çok genç kızlarla evlenmesinin yasaklanması, asgari evlilik yaşı, kadınlar için 15, erkekler için 18 yaş olarak tayin edilmesi, akrabalar arası evliliğin yasaklanması şeklindeydi. 4. madde: kocasını seçerken kadının rızasının olması, genellikle seçim anne-babalar tarafından yapılıyordu.

  1. madde: çok eşlilikten vazgeçilmesi. Kral’ın yanında sadece Kraliçe Süreyya örnek teşkil etmek için hazır bulunurdu.

6 madde: dulların, ölen kocanın ailesinden biriyle yeniden evlenme zorunluluğu yoktur.

7.madde: Bir borç ödemek veya bir krediyi tazmin etmek için bir kadın vermek yasaktır. Kadın bir metâ ve pazarlık kozu değildir.

 

Amanullah, çeşitli bakanlıkların oluşumundan, idari ve malî birimlere kadar her kurumun tesisini sağladı.

Tabii başlangıçta, halkın genç kesimi bu reformlar için kesinlikle Kral’ın yanındaydı, fakat yaşlılar arasında birçok kafa karışıklığı oluşmuştu, hele din adamlarına hiç değinmeyelim.

1926’da bir geçiş dönemi oldu; Amanullah, haklı olarak Anayasayı yapan, bağımsızlığı kazanan, getirebileceği her şeyi getiren, şimdiye dek yapılmış olan her şeyi, sürdürmeye devam eden bir liderin, Padişah veya Kral unvanını hak ettiğine karar verdi. Ama yapılan toplantıların, antlaşmaların, reformların yanı sıra  Anayasa’nın özellikle dini, aileyi, dolayısıyla kadını ilgilendiren bir ilerici yanı vardı, bu da kadın ve kadınların eğitimiydi, çünkü eğitim deyince yurt dışından pek çok burs verileceği  anlamına geliyordu ve yurt dışında başı örtme zorunluluğu da yoktu. Biz başı örtmekten bahsederken aslında bu başörtüsünün “burka” ve “çador” gibi çeşitli biçimlerinden de bahsetmek zorundayız; ancak burka’nın sadece Peştun kadınları tarafından giyildiği, Sünni ve göçebe olmayan kadınlar tarafından giyildiği, göçebe olan kadınların burkayı giymediği bilinir. Her neyse, bu tür fırsatları kendi avantajına kullanmayı çok iyi bilen Britanya İmparatorluğu,  sessizce çalışmaya başladı ve küçük isyanlar ile başlayıp hoşnutsuzlukları tahrik ederek din adamlarının bu isyanları körüklemelerini sağladı.

Dürüst olmak gerekirse, Britanya İmparatorluğu, bu ülkenin bağımsızlığını, ona meydan okumaya ve her ne olursa olsun bir anlamda kazanmaya cüret eden “küçük Kral’ın bağımsızlığını hiçbir zaman hazmedememişti. Bir şekilde, bu Kral antlaşma olduğu için, büyük Britanya İmparatorluğu’na meydan okumaya cüret etmişti. Din adamları, reformları beğenmemişti, daha önce bahsedilen, medeni kanun, bireysel mülkler, dinsel hoşgörü, mollalar tarafından hiç düşünülemezdi, bu yüzden isyan, pek çok isyan vardı, bazıları küçük, bazıları önemli, bir tanesi yanılmıyorsam 1925 yılındaydı:  Host İsyanı: bastırılan bu isyanda Amanullah’ın, kendi fikir ve düşüncelerine zıt olmasına rağmen ölüme mahkûm etmek zorunda kaldığı 35 isyancı karşısında onlarla konuşarak kalbinden geçenleri açıklamak gereğini hissetti. Bu Kral için son derece zor bir andı, mahkûmları, kendi evlatları gibi gördüğünü ve şimdi bu evlatlarını ölüme mahkûm etmenin kendisi için büyük bir acı olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: “Bütün Afganlar gibi sizler benim çocuklarımdınız ama artık değilsiniz, sadece sizin iyiliğinizi isteyen babanıza isyan ettiniz. Birçok kardeşinizi öldürdünüz, hükümetimin bu kadar ağır bir kararına uymak zorunda kalmak beni çok üzüyor, yurttaşlarım ve hain evlatlarım, birkaç yıl önce vatanımı özgürleştirdiğim için beni övdünüz, hatırlıyor musunuz? Şimdi sizleri terk edip Hindistan’a kaçan reisiniz yüzünden, ben böyle bir kararı verirken zorlanıyorum, mecbur oluyorum”. Bu konuşmasından sonra, mahkûmların kurşuna dizilmelerinden hemen önce, Amanullah alandan uzaklaşarak kurşuna dizilmeleri esnasında kesinlikle hazır bulunmak istemedi. Bunun bir sonucu olarak, isyancıların çoğu kurtuldu, hatta neredeyse tamamı.

 

 Görüşmeci

Amanullah’ın saltanatı neden sona erdi, bildiğimiz her şeyi o ülkeye getirmişti. Acaba bunun İngilizlerle bir ilgisi mi var? Ayrıca neden İtalya’ya sürgüne gitti?

 

Marika Guerrini

Son yıllardaki isyanlar, dediğimiz gibi hiç bitmedi ve nerede ve nasıl oldukları önemli değildi, evet, Büyük Oyun’un yaratıcıları, 19. yüzyılda Kipling’in sözünü ettiği Büyük Oyun bu ülkede gerçekleşmişti. Britanya İmparatorluğu Hindistan’a ayak bastığından beri, başladı ve her zaman onların stratejisi bu oldu: işgal ve ihanet. Bunlar her zaman onların özellikleri olmuştur ve halen de bu özellikleri devam etmektedir. Ancak bunu tarihte bırakalım, bu son isyanda da o zamanların en önemli ismi vardı, Sir Thomas Edward Lawrence ya da Arabistanlı Lawrence. Her ne kadar onun bu isyanı körüklemiş olduğunu kabul etmeyenler çıksa da, başka diyarlarda, başka bölgelerde, başka toplumlarda da aynı şeyi yaptığını bildiğimizden, bu isyanı kışkırtıp organize ettikten sonra bir terfi de almıştı. Kitapta ben Arabistanlı Lawrence hakkında bir paragraf yazdım. Bu isyan sırasında telgraf hatları kesildi, her türlü iletişim engellendi, her şey oldu.

 

Kral ve Kraliçe birkaç aylık resmî geziden sonra Haziran 1928’de dönmüşlerdi. Bu resmî geziye Kasım veya Aralık 1927’de çıkmışlardı. Haziran 1928’de Afganistan’a döndüklerinden sonra, Kasım’da büyük isyan patlak verdi, bu isyanı organize etmek için Kral ve Kraliçe’nin yokluğundan istifade edilmişti.

Bütün bunların yanı sıra, Kral ve Kraliçe bir zafer yolculuğundan dönmüşlerdi, diyebiliriz, çünkü Avrupa’yı dolaşmışlardı, birçok ülkeye gitmişler çeşitli hükümdarlar, çeşitli başkanlarla görüşmüşlerdi.  Londra’ya gitmişler, İran’a gitmişler, her yerde çok iyi karşılanmışlardı, ancak aylardır uzaktaydılar ve bu, çeşitli casuslara faaliyet ve örgütlenme şansı vermişti.

Kasım ayında bu isyanın Afganistan’da başladığını haber alan Atatürk askerlerini Kral’a yardıma gönderdi ve açıkça şöyle dedi: “Canınız pahasına da olsa Kral Amanullah’a yardım edin”, ancak askerler geldiğinde Kral, tahttan çekilmişti. Pekiyi neden tahttan çekilmişti?  Kan dökülmesini önlemek için.

Yerine kısa bir müddet için ağabeyi geçti ama farklı dönüşümlerle onun da görevi son buldu. Kral, ailesiyle birlikte Hindistan’a sürgüne gitti, orada kızı India doğdu. Oradan, İtalya Kralı III. Vittorio Emanuele ve Hükümetin başındaki Benito Mussolini daveti ile İtalya’ya yerleştiler. Hem Kraliçe Süreyya hem de Kral, Kral Vittorio Emanuele ile iyi ilişkiler içindeydiler. O kadar ki III. Vittorio Emanuele Amanullah’a “kuzenim” diye hitap ediyordu. Ayrıca daha sonra kısa müddet Kral olan Prens Umberto ile de mükemmel ilişkileri vardı. Amanullah ve III. Vittorio Emanuele arasındaki ilişki hakkında kitabın sayfalarında şöyle yazar: “Ailesiyle birlikte tren istasyonunda indiğinde, Kral Vittorio Emanuele onları karşılamak için istasyonda bekliyordu”. Daha sonra Roma’ya geldiler ve Amanullah 1960’a kadar burada kaldı. Kitapta onun sadece hükümdarlarla olan ilişkisine dair pek çok hikâyecik var. Basit insanlarla olan ilişkisine, örneğin onun nasıl bir kişi olduğunu anlatan bir hikâyecik de şöyle: “d’Alfredo” Roma’da meşhur bir restorandır, Amanullah yemek yemek için her zaman bu restorana gider. Yolda hep bir dilenciyle karşılaşır, bir gün bu dilenciyi restorana kadar kendisini takip etmesini ister ve ona, restorana öğle yemeğine davet edeceğini söyler. Lokantaya birlikte girince, karşılamaya gelirler,  daha sonra dilenciyi kendi oturduğu masaya oturtur. Birazdan restoranın sahibi gelerek;  “Majesteleri, ben her ne kadar hoşnut olsam da,  diğer müşteriler için bu beyefendinin mutfakta yemeğini yemesi daha uygundur”  Kral hiç bozuntuya vermeden: “Elbette gayet iyi anlıyorum, o zaman mutfağa gidelim”. “Fakat Majesteleri, siz değil Majesteleri”. “ Eh o zaman kendisi benim misafirimdir, ben onun ile birlikte yiyeceğim”.

Bu hikâyecik, kitaptaki birçok hikâyecikten biridir. Bu hikâyecikler, Kralın kişiliğinin ne kadar aydınlık olduğunu bize ifade ediyor. İşte kitap bu!

 

Görüşmeci

Peki, başka bir şey eklemek istemezseniz, Kral Amanullah hakkındaki kitabın tanıtımı için yapılan bu röportaj burada sona erecektir. Öncesinde eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Marika Guerrini

Evet, belki bir şey eklemek isterim, Kral’ın ülkesine yaptığı veda konuşmasından bir alıntı, çünkü bunun Afganistan’daki mevcut durumu ispatlayacağına inanıyorum, bu da “Zümrüt-ü Anka” kuşunun küllerinden doğması gibi bir dürtü yaratabilir.

Kralın konuşmasından bir parça okuyalım: “ Ayrılma zamanı geldi”, diye başlıyor, “işte ellerinizin Kralınızın ellerini kenetlediği, gözlerinizin O’na yaslandığı son gün. Konuşamıyorum çünkü kelimeler boğazımda düğümleniyor, 10 yıllık bir tarihi sona erdirirken hislerimize hâkim olmamızın imkânı yok,  bu uzun ve emek harcanan on yıllık tarih boyunca, ülkemizi siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan şekillendirmeye çalıştım. Tüm enerjimi halkımın iyiliği için harcadım ve Afganistan’ı, tüm fikirlerin bir arada yaşayabileceği hoşgörülü bir ülke yapmak istedim, modernleştirmeye çalışırken de her zaman Mollaların korkutarak etkilediği düşmanlar ile karşılaştım. Beni ne anladılar, ne desteklediler, ne de yardım ettiler.  Bu on yıl içinde vatanımızın kaderinde yer almak ve vatanımızın yeniden inşası için ilk taşı atmakla gurur duydum. Sevgili vatanımızın yeniden inşasında bu büyük görevi benimle paylaşan herkese teşekkür ediyorum. Bağımsızlığınızı korumak ve vatanımızın yabancıların eline geçmesine izin vermemek için her zaman birbirinizle birlik ve barış içinde olmanızı tavsiye ederim. Sizler ileride mutlu olacaksanız, ben de olacağım, fakat sizler kan, çamur ve sefalet içinde olacaksanız, uzakta da olsam ben de mutsuz bir adam olacağım ve artık adımı duymayacaksınız ve ben de sonsuza kadar acı çekeceğim, eğer adımı telaffuz etmekten utanacaksanız, bir daha adımı duymayacaksınız”.  

Şimdi eski bir kral olarak Amanullah, sadece 36 yaşında sürgüne giderken, aşiret kuvvetleri ve İngilizler tarafından desteklenen Nadir Han, Afganistan’a dönüş yolundadır.  Hepinize teşekkür ederim.

 

Görüşmeci

Afganistan’ın eski köklerindeki gücü yeniden keşfedip Kral Amanullah’ın başlattığı egemen ülke haline geri dönme umuduna, “Radici nel Mondo” (Dünya’daki Kökler) olarak biz de katılıyoruz.

 

 

 

Condividi